Geçtiğimiz yıl vefat eden Ozan Arif bundan çok uzun yıllar önce belki de tam bu günleri ifade eden “Üç belâ var bu dünyanın başında!/Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl Çin/Üçü birden fitne-fesat peşinde,/Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl Çin” şeklinde bir şiir yazarak daha o günlerde bizi nasıl tehlikelerin bekleyeceğine ışık tutmuştu.
Bugünlerde Fırat’ın doğusunda teröristlerin topraklarımıza sızmalarını engellemek adına başlattığımız Barış Pınarı harekatı çerçevesinde ABD’nin birbiri ardına Türkiye Cumhuriyetine uygulamaya koymak istediği yaptırımları gördükçe ABD’ye olan kızgınlığımız kat be kat artıyor.
Biz millet olarak geçmişi çok kısa zamanda unutan bir yapıya sahibiz, bu unutkanlıktan olsa gerek başta ABD olmak üzere diğer emperyalist güçlerin içerisinde bulunduğumuz günlerde Türkiye’yi sıkıntıya koyacak yaptırımlar uyguladıklarını düşünüyorlar, ancak meselenin böyle olmadığını ABD’nin Türkiye’nin çok partili sisteme geçtiği yıl olan 1950 yılından itibaren bizi bir türlü rahat bırakmadığı hafızalarını zorlayan herkes tarafından iyi biliniyor.
27 Mayıs 1960 yılında gerçekleştirilen İhtilalin arkasında herkes biliyor ki ABD var, Türkiye’yi 27 Mayıs sürecine getiren ekonomik sorunları da ABD’nin uygulamaya koyduğu ve Türkiye’nin dünya durdukça “Başbakanını ve bakanlarını idam eden” ayıplı bir Ülke olarak hatırlanmasının arkasında da ABD’nin olduğu hiç kimse tarafından zaten saklanmıyor.
12 Mart 1971 yılında Ordunun hükümete verdiği Muhtıranın arkasında ABD’nin olduğu ortaya çıkan karışıklığının da ana sebebinin ABBD olduğu arşivlere bakan herkes tarafından en ince detaylarına kadar incelenebilecektir.
12 Eylül 1980 ihtilali Kenan Evren önderliğindeki “Beşli Cunta” tarafından gerçekleştirildikten hemen sonra ordu darbe yaptığında bu haberi dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’a veren Paul Henze gazeteci Mehmet Ali Birand’a daha sonra verdiği bir mülakatta Carter’a “our boys have done it- Bizim çocuklar başardı” diye haber verdiğini anlatmıştı.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında Ordunun verdiği e-muhtıranın arkasında da ABD olduğu ve Türkiye’de bir kaos yaratarak hükümet krizi çıkarmaya çalıştığı o günlerde iktidarda buluna partinin bütün yetkilileri tarafından da kamuoyu ile paylaşılmıştı.
Arkasından bize çok derin acılar yaşatan FETÖ örgütünün 15 Temmuz gecesi başlattığı Darbe girişimi Aziz Türk milleti tarafından püskürtüldükten sonra hemen hemen hükümetin bütün yetkilileri “Darbe girişiminin arkasına kesinlikle ABD olduğunu çok iyi biliyoruz” şeklinde çok net açıklamalar yapmışlardı.
ABD’nin 1950 yılından itibaren başlattığı ve nerede ise 70 yıldır bir türlü durdurmadığı Türkiye’yi esir alma mücadelesinin bundan sonra da duracağına biz asla ihtimal vermiyoruz, zira Asya ile Avrupa kıtasını birbirine bağlayan bir geçiş yolu olan Türkiye’nin kendi başına durması öteden beri Emperyalist güçlerin hoşuna gitmeyen bir durum .
Biz ABD’nin Türkiye’ye askeri noktada bir zarar vereceğini düşünmüyoruz, Zaten ABD’nin öyle bir derdi de yok, Ülkeleri Askeri metotlar ile istila edemeyeceğinin farkına yıllar önce varan ABD öteden beri geçerli olan en büyük yolun “Ekonomik yaptırım” olacağının farkına vardı ve baskıyı da ekonomik alanda yapmaya başladı.
Bize bu tür hoş olmayan yaptırımları uygulayan ABD’ye elbette kızalım, kınayalım, hatta sövelim ancak 1950 yılından içerisinde bulunduğumuz zamana kadar bize etmediğini bırakmayan ABD’nin ekonomik saldırılarından kurtulmak adına daha doğrusu Ekonomik bağımsızlığımızı kazanmak adına 70 yılıdır en ufak bir adım atmayan siyasetçilerimizi de artık uyaralım.
Geçen yetmiş yılda teknolojide bir adım ileri gidemedik, kendi uçağımızı, tankımızı, tüfeğimizi yapmadık, dünyada yaşayan milyarlarca insanın işine yarayacak ve kullanılması mecbur teknolojik bir tek cihazı ortaya çıkaramadık, Vatandaşımızın hayatını kolaylaştıracak ve refah düzeyini yukarılara çıkartacak atılımları bir türlü yapamadık.
Paramız ABD doları karşısında güneşin karşısındaki buz gibi eriyip duruyor, Özelleştirme yolu ile başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelere yurt içinde satmadık hiçbir kurum yada kuruluş bırakmadık, Bankaları sattık, Medya kuruluşlarını sattık, başta Telekom olmak üzere para kazanan ne kadar kurum varsa sattık.
Dünyada var olan ülkeler arasında uzun süre dostluk olmayacağını ancak uzun süren düşmanlıklarında olamayacağını bir türlü anlayamadık, Devletler arasında dostlukların değil karşılıklı menfaatlerin hayatımıza yön verdiğini de bir çırpıda unuttuk.
Üretmeden, Ürettiklerimizi de dünyaya satmadan, dünyada var olan bütün insanlarının ihtiyaçlarını giderecek markalaşmayı hayata geçirmeden şu an içerisinde bulunduğumuz sorunlardan kurtulacağımıza da asla ihtimal vermiyoruz.
Bugün Türkiye’nin en pahalı kurumu olarak TÜPRAŞ gösteriliyor. Belirtmekte fayda var TÜPRAŞ 45 Yıllık Şirket, Halen en tepelerde, Oysa Dünyada Yeni Teknolojik Şirketler zirve yaptı, Eskiler eski süksesini kaybetti, Artık Exxon Mobil Petrol devinin Yerine, 1 Trilyon dolarlık APPLE geçti.
TÜPRAŞ'ın piyasa değeri bugün bilemediniz 6 Milyar dolar, Dünyada oyun yazılım şirketleri 5 milyar Dolar piyasa değerinde , Bir masa bir sandalye yazılım şirketleri, beyin İle O para ediyor.
BİM denilen market zinciri , Şehirlerin her mahallesinde şube açıp, İthal pirinç, mercimek ve son zamanlarda ithal et satan bu şirketin piyasa değeri bilemediniz 4 milyar dolar , Oysa internet üzerinden alışveriş yapılan “Amazon Com” şirketinin Piyasa değeri 876 Milyar dolar.
Yani Şirketlerimiz çok eski teknolojik dönemlerden kalma, Katma değeri yok, Verimliliği yok, Yeni teknolojik yatırımlar yok .Dünyada oyun yazılımı şirketlerin değeri kadar değeri var, Dolar değer kazandıkça zaten alayı patates değerinde oluyor.
Bizim gibi ekonomik bağımsızlığına kavuşamayan, Dışarıdan alınacak krediler ile ülke yönetmek gibi mecburiyetleri olan Devletlerin tamamı dünde dış tehditlere açıktı, bugünde açık, yarında açık olacak.
Tek çare üretmek, bunun dışında kim ne konuşuyorsa, ne anlatıyorsa tamamı günü kurtarmak adına hep dinlediğimiz “Pehlivan tefrikasından” başka hiçbir şey değildir.